“Aya gitmeyi seçtik, çünkü bu kabul etmek istediğimiz türden, ertelemek istemediğimiz bir meydan okuma ve digerleri gibi de, kazanmak istiyoruz.”
12 Eylül 1962 tarihinde Kennedy bu sözler ile tüm dünyaya ABD’nin geleceğinin nerede şekilleneceğini ilan etti. Bu sözün arkasındaki anlam uzay aşkı olmaktan öte bir meydan okumaydı. Son zamanlarda ise bu meydan okumaya yüksek gelirli şirketler de dahil oldu. Elon Musk ve Jeff Bezos gibi girişimciler uzayı devletlerin tekelinden almaya kararlı gibiler. Uzay turizmi ve asteroit madenciliği dünya ekonomik sistemini derinden değiştirecek kazançlar vadediyor. Bu kazançlar dev şirketlerin iştahını kabartıyor.
ABD başkanı Barack Obama’nın özel şirketlerin asteroitlerden kaynak elde etme hakkını onaylayan “Uzay Hukuku” önerisini imzaladı. Uluslararası hukukun oldukça yetersiz kaldığı bu ortamda özel şirketlerin kaynaklar üzerinde çatışma olasılığı yeni bir seviyeye taşındı. Öneri aynı zamanda “her kim bu kaynaklara ulaşma kapabilitesine sahipse ona sahip olma, taşıma, kullanma ve satma hakkina da sahiptir” diyerek özel mülkiyet imkanı da sağlıyor. Fakat bu 1967 Birleşmiş Milletler Uzay Antlaşması’na açık bir şekilde aykırı. Böylesi bir teşvik aynı ilk dönem kolonyalizm örneğinde olduğu gibi devlet destekli özel teşebbüsleri canlandırıyor.
(15. ve 16.yy’da devletler tarafından desteklenmiş olan Diego Cad, Christophe Colombe, Magellan’in cesaretleri ve tecrübeleri yeni teknolojik gelişmelere ve teknik bilginin artmasini saglamisti.)
Dünyanın önde gelen şirketlerinin kazançları birçok ülkenin toplam gelirinden çok daha fazla. Üstelik Ar-ge alanında dünyanın en iyi bilim insanlarına sahipler. Dolayısıyla bu alandaki aktörler devletler olmaktan çıkarak mücadele şirketler arasındaki bir rekabete evriliyor. İleride bu şirketlerin kısıtlı kaynaklar üzerinde bir çatışma yaşaması ihtimali yüksek gözüküyor. Burada şu soru akıllara gelecektir: Rekabet
halindeki şirketler, yeni oyun sahası olan uzayda kuralları işbirliğiyle mi yoksa çatışarak mı yazacağız?
Kolonyalizmin ilk dönemlerine bakarsak sömürge yarışındaki devletler sınırsız topraklar üzerindeki otorite yokluğundan faydalanarak kendi egemenliklerini kurmak için savaştılar. Bu çatışmalar sonucu sınırlar yavaş yavaş şekillenmeye başladıktan sonra sürecin başından beri bu yarışın içinde olan devletler, bu alanda yükselen yeni devletlerin oluşturduğu tehdit karşısında kazançlarını korumak için işbirliği yapma yoluna gittiler. Çünkü yeni devletlerle halihazırda yaşanacak çatışmalara kendi aralarında yaşanacak bir çatışmanın eklenmesi kazançlarını ciddi oranda düşürecekti. Bu düşüncenin günümüzdeki duruma uyarlanmış hali düşünülürse uzay madenciliği alanında az sayıda aktör olduğu gerçeğinden hareketle, bu aktörlerin sınırsız kaynaklar karşısında işbirliğine ihtiyaç duymayacağı sonucu çıkarılabilir.
Bu alanda öncelikli hedefler Ay ve Dünya’ya yakın asteroitler olacaktır. Her sene Dünya’nın yakınından 12.000 astreoit geçiyor. Şirketler bu astreoitler belli bir mesafeye geldiklerinde, Dünya’dan bu hedeflere gönderilecek roketler sayesinde astreoitlerde bulunan madenleri sıvılaştırarak Dünya’ya getirmeyi hedefliyor. Bunun hızlı bir roket gönderme yarışına dönüşmesi ve birçok anlaşmazlık çıkması çok olası gözüküyor. “Bunu önce ben gördüm, benim hakkım.” şeklinde hak iddia etmek için şaşırtıcı şekilde basit ama aksi iddia edilemeyecek cümleler duymamız mümkün olabilir.
Peki kolonyalizmin ilk dönemlerine dönersek yeni topraklar keşfedildiği zaman devletler bu tip durumlar karşısında nasıl bir yol izlemişlerdi? Sömürge döneminde de sahipsiz toprakları ele geçirmek çok önemliydi. Buradaki ilginç nokta; ele geçirdikleri sahipsiz toprak miktarı o kadar artmıştı ki devletlerin bunları işleyebilme ihtimalleri yoktu. Ama yine de karşı tarafın kazancını engellemenin bu toprakları ele geçirmek olduğu düşüncesi üzerine ilerlediler. Örneğin Quebec şehri ve çevresi Fransızlar tarafından ihtiyaç duyulmamasına rağmen İngiltere’nin muhtemel kazancını engellemek için işgal edilmiş ve elde tutulmaya çalışılmıştır. -İlginçtir ki Quebec Kanada’da hala Fransızca konuşulan tek şehirdir.- Toprağın ilk işgal edenin hakkı olduğu düşüncesi dönemin birçok düşünürü tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Toplum Sözleşmesi’nde de belirttiği gibi J.J. Rousseau’ya göre “ilk işgal hakkını iddia etmek için, toprağa içi boş bir törenle değil, çalışarak, o toprağı işleyerek sahip olmak gerekir.”
Eğer uzay araçları bu kaynakları kullanarak ilerleme beceresi kazanırsa bu bize uzayın derinliklerine kadar keşfedebilme ve uzay aracı gönderebilme imkanı sunacaktır. Uzay araçları asteroitleri enerji durakları olarak kullanarak yollarına yakıt ikmaline ihtiyaç duymadan devam edebilecekler.
Dünya’da en nadir bulunan maddelerden biri olan helyum-3, ilerleyen zamanlarda uzay yolculuğunda kullanılacak temel araç olan füzyon roketlerinde yakıt olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda aspiri ısınma sorununu çözüleceğinden dolayı mevcut teknolojide de hayati rol oynayacak. Peki Dünya’da oldukça az bulunan bu maddenin kaynağının nerede yattığını tahmin etmenizi istesem? Kennedy’nin de hedef gösterdiği yerde: Ay’da.
Çin son zamanlarda nükleer enerji konusunda büyük adımlar atıyor ama bu alandaki temel problemi uranyum kaynaklarına erişimi. Bu durumu aşabilmek için ilk planı coğrafi olarak yakın olduğu Kazakistan’dan yararlanmak olacaktır fakat bu hamle Rusya’nın bu coğrafyadaki hegemonyasına bir meydan okuma anlamına da gelecektir. Bu tip zorluklar Çin’in uzaya karşı ilgisini arttırıyor. Çin halihazırda helyum-3 bulmak üzere bir uzay programı geliştirdi bile. Buradaki kritik nokta helyum-3’e sahip olanlar diğerlerine karşı müthiş bir avantaj kazanacakları öngörüsü. Bu noktada eski kolonyal hareketlerde İspanya’nın, Amerika’nın zengin madenlerinden çıkardıkları altınları gemilere doldurup ülkelerine getirdiğini ve böylece oluşan enflasyon dolayısı ile batan ekonomilerini hatırlamak gerekiyor. Buna ithafen tarihe geçen o ünlü “İspanya’nin zenginliği aslanda onun fakirliğiydi.” cümlesini, uzayın sınırsız zenginliği karşısında başı dönecek olan ve kâr açgözlülüğü ile hesapsız planlar yapanlar her zaman akıllarının bir köşesinde tutmalılar.
Peki Türkiye ne yapmalı? Türkiye’nin temel problemi hesapsız, panik atak ve taklitçi davranışlarıdır. Önce planlamakta geç kalıyoruz. Sonra geç kaldığımızı düşünerek plânsız bir şekilde başka ülkeler için tasarlanmış çözümleri taklit ederek –kopya çekmeye çalışan kötü bir öğrenci misali- akışa dahil olmaya çalışıyoruz. Halbuki Milli Mücadele sonrası mecliste bir milletvekilinin “Kuvay-ı Milliye bu halkın bir sinir hâlidir.” diyince Atatürk’ün parmağını kaldırarak söylediği “Kuvay-ı Milliye hesap işidir hesap!” sözünü hatırlamamız yeterli olacaktır.
Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik şartlar hesapsız ve hayalperest maceralara atılmamıza imkan verecek düzeyde degil. Fakat bu gerçekten de erteleyemeyeceğimiz ve geride kalamayacağımız bir meydan okuma. Bundan dolayı gerçek siyaset arenasında en iyi ihtimalimiz işbirliği. Türkiye’yle benzer şartlara sahip birçok devlet var. Türkiye bu devletler ile ortak bir uzay programı geliştirmeli. Gelişmekte olan devletlerin şu anda yapacağı işbirliği ileride büyük güçlerin uydu devletleri olmalarını engelleyecek tek yol gibi gözüküyor.
Yusuf Emre KARAÇAM